Ertesi gün akşamüstü varıyoruz Erciş’e.. güneşi yakalıyoruz batmadan.. önce kamyonu boşaltıyoruz eskilerin buğday deposuna.. eski ve yeni arasında her zaman yıllar olmaz.. 2 hafta-3 hafta da yeterdi bir yerin-insanların-yaşamların kesin çizgilerle ayrılmasına.. hatta saniyeler bile yapabilirdi bunu.. ve yapmıştı Erciş’te.. her yer yıkıntı, her yer enkaz.. derme çatma çadırlar.. sokaklarda çocuklar.. soğuk bir gündü evet, ama insanı sadece kuru bir ayaz, ıslak bir yağmur, zamansız bir kar mı üşütürdü?.. bütün bir halk kışa mı üşüyordu şimdi?.. onulmaz yaraların sahibi bir şehir kışa mı üşüyordu?.. öyle olmasını isteyebilirdik, yüreklerin üşümesine tanıklık ettiğimizden beri.. mezarlıkları geride bırakarak girdik şehre.. ölümlerin ağıtlarla bezendiği mezarlıklar.. ölümlerle beraber ağıtların da gömüldüğü mezarlıklar.. o geçmişe, sen geleceğe doğru yol alsan da geçip gidemeyeceğin şeyler var hayatta.. kaybettiklerimiz gibi.. yitirdiğimiz sevdiklerimiz gibi.. uzaklaştıkça anılar, büyür özlemler.. arttıkça alışmalar, büyür boşluklar, yerine koyamamalar.. yaralar kabuk bağlasa da, o kabuğun altında gizli bir acı bakidir...
Ağıtları ardımızda bırakarak-şehrin ağıtlarına karışarak ilerledik.. ve Erciş.. akşam çökende Erciş’teyiz işte.. yemek çadırları kalabalık .. sağlık konteynırı da burada.. gönüllü gelenler de çadırlarda yemek yiyor.. merkezi yeri burası Erciş’in.. çadırların kalabalıklığıyla ölçülen bir merkez.. Şehir merkezi-çevresi-köyleri… her yerde enkaz.. Enkaz da ne demek! Yerle-bir olmuş binalar-evler demek-yaşamlar demek.. yıkıntılar arasında param-parça olmuş yaşamlar görülüyor.. bir kitap, bir oyuncak, bir tabak, kıyafet parçaları, daha neler neler.. yıkıntıların arasından sesleniyor.. burada hayat vardı diyor.. bu evde birbirini seven insanlar vardı.. kaç yıllık evli bir karı-koca, çocuklar vardı.. yaşam belirtileri dipdiriydi bu evde.. Öldü mü şimdi o yaşamlar? Parçalandı mı anılardaki tablolar? Ne kaldı şimdi onlardan geriye? Bu yıkıntılar arasındaki parçalar mı? Bir zamanlar biz de yaşadık diyen parçalar! Buradaydık... bu dünyada-bu ülkede-bu şehirde-bu evde.. vardık biz…. Varlar mıydı gerçekten? Bu yoksul şehirde onlar yaşamışlar mıydı gerçekten? Mezar taşlarına kaygısız-mutlu günlerinin sayısını kazısak kaç güne denk düşer? Yaşamışlar mıydı?.. nasıl yaşamışlarsa öyle de ölmüşlerdi onlar.. kaygılı, unutulmuş, çığlık çığlığa..
Yıkıntılar-çatlak duvarlar-boşaltılmış evler.. ve şehre yabancı o derme-çatma çadırlar.. nasıl da iğreti duruyorlar öyle.. sanki biz buralara ait değiliz diyorlar.. öyle geçerken uğradık havasındalar.. öyle çelimsiz, cılız, öyle rastgele.. mevsime yabancı çadırlar.. ah bilmiyorlar ki bir kışı burada geçirecekler.. yağmur da alsalar, rüzgarı-ayazı tüm misafirperverlikleriyle buyur da etseler, insanlar onlara mecbur!.. insanlar onların içinden yeni bir yaşama tutunmaya çalışacak-ayağa kalkma çabaları buradan geçecek.. bir düzine ve fazlasının koyun-koyuna yattıklarına, birbirlerinin nefeslerinden ısındıklarına şahitlik edecek kara günlerin bu beyaz çadırları, kirli beyaz.. rüyalardan çok kabuslarla uyanacak çocuklar burada.. artçı acıların arkası kesilmeyecek.. bir şehrin gülen yüzüne hiç yakışmayan çadırlarda hayata ağlayacak yeni doğan bebeler.. şairin dediği gibi *“Her başlangıçta yeni bir anlam vardır. Nedensiz bir çocuk ağlaması bile çok sonraki bir gülüşün başlangıcıdır.” Umutlarını koruyacak şehir bu çadırlardan yükselecek olan çocuk sesleriyle.. her şeye rağmen….
Erciş.. ölümler görmüş yüzlerce.. taşın-toprağın altından çıkarılanı tekrar toprağın altına vermiş.. acılar iç içe geçmiş.. gidenler-yitenler bir yandan.. ölmeyip de sağ kalanlar öte yandan.. ortak acılar birleştirir..birleşik bir yalnızlık, bir acı var buralarda.. ve yabancılık diye bir şey yok Erciş’te.. geceleri erken bitse de sokaklarda yaşam, gün-ışığıyla birlikte bütün şehir sokaklarda sanki.. gidecek evleri yok çünkü.. ve çadırlar tüm yabancılığıyla çok soğuk..sokaklar her şeye rağmen daha sıcak-daha kucaklayıcı..halden anlayan,ortak acıyı yaşayan yüzlerce çift göz sokaklarda çünkü.. yoklukta-yoksullukta eşit onlar çünkü.. birbirlerinden gizleyecek saklayacak birşeyleri yok herşey ortada çünkü.. acılarını-isyanlarını paylaşmak için, şehrin gözlerinin içine bakmak için göğün altına dağılmış insanlar...
Ve çocuklar.. rengarenk gözleri, incecik kıyafetleriyle çocuklar külçe külçe serpilmişler şehrin her köşesine.. nereye çevirsen başını onların bazen mahzun-utangaç, bazen yaramazlık yapmaya hazır-muzur bakışlarıyla karşılaşmak mümkün.. bir şehrin belki de en büyük armağanı onlar.. bir şehre belki de en büyük armağan onlar.. onlar da olmasa mezarlıklara döner şehirler.. şeytani bir sessizlik çöker şehrin üstüne.. aydınlık gülüşleriyle iyi ki onlar var.. çadırlarına ekmek taşıyorlar ciddi bir edayla.. kimi zaman yıkıntıların başında öylece bakıyorlar.. gözlerimiz karşılaşınca bir mahzunluk taşıyor onlardan bize.. bazen gülümseyiveriyorlar hızla geçen ve utangaçça.. ve yunus’un gözleri hiç çıkmıyor hafızalarımızdan.. kara kara gözleri ne güzel bir çocuktu yunus.. en çok çocuklarına mı yanar bir şehir?.. Yunus’a yandığı gibi, serhat’a yandığı gibi, babasız kalan azra’ya yandığı gibi, diğer nicesine yandığı gibi başka neye yanabilir? Kendi seçmedikleri, kader diyemeyeceğimiz bir ölüm onlarınki.. kaçak bir bina nasıl yapılır bilmez onlar.. malzemeden nasıl çalınır, kimler izin verir, kimler göz yumar, kim görmez, duymaz, kimler bir ailenin sıcak yuvasını rant kapısı olarak görür bilmez çocuklar.. öyle bilmeden çöküverir üzerlerine yalanın-dolanın, çalma-çırpmanın ağırlığı.. ve öylece ölüverirler, şaşkın ve anlayamadan.. bilinmeyen bir dilden sözcükler dökülüverir ağızlarından : *mirim mirim mirim…. Ve ölürler..
*edip cansever
*mirim : öldüm (kürtçe)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder